Evet, yanlış duymadınız. Mersin’in huzura açılan kapısı Mut, bize sadece kelebeklerin kanat çırpışını değil, Anadolu irfanının, samimiyetin ve doğallığın da nasıl bir mucizeye dönüştüğünü gösterdi.
TCDD’nin, artık hizmetten çok insan sabrını test eden o eziyet dolu yolculuğunun ardından Karaman Tren Garı’nda, Mut Belediyesi’nin zarif ve vefakâr temsilcisi Akın Alagöz Beyefendi bizleri karşıladı. Kendisi sadece rehberlik etmekle kalmadı, yol boyunca aktardığı bilgilerle, tarih ve doğa arasında adeta bir gönül köprüsü kurdu. Alahan Manastırı gibi nadide bir mirasla başlayan keşif, yüreklerde iz bıraktı.
19 Nisan Cumartesi günü gerçekleşecek olan Kelebek Festivali’ne kadar geçen süre, kelimenin tam anlamıyla keşifti. Zira bu şehirde her adımda farklı bir samimiyet, her köşe başında Anadolu’nun yüz akı olan halkla karşılaşıyorsunuz.
Mut insanı…
Sıcakkanlı, dürüst, pratik zekâlı ve misafirperver. Öyle ki bazı esnaflar yalnızca mallarıyla değil, mizahıyla da müşterisini selamlıyor. Bir balıkçının tabelasında “Ali Karnas Balıkçısı” yazısını gördüğümde gülmemek elde değildi. Bir diğer dükkânda ünlü kozmetik markalarına kafa tutan bir isim: “Gradiz”… Hem espri hem zekâ hem de özgünlük.
Ve işin güzel tarafı, bu şehirde kazık yok!
Çorba hâlâ çorba fiyatına satılıyor. Kimse sizin cebinize değil, gözünüze bakıyor. Surat asan yok, dolandırmaya çalışan yok. Karacaoğlan’ın “beş çınar bir pınar” diyerek şiirine ilham verdiği Çınaraltı Parkı’nda çay 7.5 TL. İstanbul’da bir suya 15 TL verdiğimizi düşününce, bu kadim şehrin gönül zenginliğini daha da iyi anlıyorsunuz.
Ancak doğruları konuşmak gerekirse, turizm eksikliği otellere de yansımış. Kaldığım otel bakımsızdı, temizlik ve konfor sınıfta kalmıştı. Diğerlerini bilmem, onlara haksızlık etmek istemem.
Ve festival günü geldi çattı…
Oteldeki sade ama içten kahvaltının ardından yönümüzü yeniden Çınaraltı’na çevirdik. Festival coşkusu, kelebeklerin zarafetiyle birleşince, ortaya hem görsel hem de ruhsal bir şölen çıktı.
İlk durak, Mut Engellilere Umut Derneği’nin standıydı. Başkan Emine Ünal Çopur Hanımefendi, Başkan Yardımcısı Aysun Altan ve gönülden emek veren tüm üyeler, bizleri samimi bir gülümsemeyle karşıladı. Genel Yayın Yönetmenimiz Soner Kılıç’a kendi elleriyle ördüğü “Altın Kelebek” broşunu takarken gözlerindeki heyecan her şeyin önündeydi.
İkinci durağımız, Halk Eğitim Merkezi’nin özel eğitim sınıfı standı oldu. Ürünler öyle titizlikle hazırlanmıştı ki, sadece el emeği değil, gönül emeği olduğu belliydi.
Mut Aile Destek Merkezi’nin üretici standında da aynı ruh vardı. Kadınlar yalnızca üretmekle kalmıyor, şehirlerine kimlik katıyorlardı. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bünyesinde yürütülen bu işler, devletten çok milletin, milletten çok kadının elinde şekillenmişti.
Kültür ve Sosyal İşler Müdürümüz Hasan Eğilmez sahada adeta kuş uçurmuyordu. Organizasyon hâkimiyetiyle takdiri hak etti. Murat Orhan Başkan ve Mersin Turizm Üniversitesi Dekanı Prof. Ahmet Atasoy festivalin mimarları arasında yer alırken, Ticaret Odası Başkanı Şahin Sezer’in misafirperverliği ise Mut’un genlerine işlemiş o misafirperverliğin en somut yansımasıydı.
Son söz:
Ege’ye yerleşme hayali kuranlara bir önerim var: Önce Mut’u görün.
Burası Türkiye gibi değil.
Havası temiz, suyu doğal, insanı gerçek.
Akın Alagöz’ün dediği gibi: “Yörükler sinek vızıldayan yere ev yapmaz!”
Emekliliğini huzurla geçirmek, çocuklarını doğayla büyütmek, şehirden kaçıp hayatı yakalamak isteyen herkes için Mut, gizli bir cennet.
Ve evet…
Mut’lu olmak isteyen herkesin yolu bir gün bu şehirden geçmeli.
Altın Kelebeğin Kanat Çırpmaya Başladığı Yer: MUT
Mut, sadece bir şehir değil, aynı zamanda bir huzur vahasıdır. Bu topraklarda, altın kelebeğin kanat çırpmaya başladığı o muhteşem yerdesiniz. Burada, doğanın ve tarihin iç içe geçtiği bir atmosferde, kelebekler gibi özgür ve mutlu hissedeceksiniz.
İşte Mut’un doğal ve tarihi güzellikleri:
Mut, sadece festivallerle değil, doğası ve tarihiyle de büyülüyor.
Alahan Manastırı: 5. yüzyılda dağ yamacına kurulan bu kutsal mekân, Göksu Vadisi’ne hâkim manzarasıyla insanı hem geçmişe hem göğe davet ediyor. Taş işçiliği ve ihtişamıyla bir açık hava mabedi adeta.
Yerköprü Şelalesi: Göksu Nehri’nin serin sularının oluşturduğu bu doğal harika, 30 metrelik düşüşü ve çevresindeki mağara ve yeşillikleriyle nefes kesici.
Mut Kalesi: Yüzyıllara direnen surlarıyla bir tarih nöbetçisi gibi ayakta duran kale, Karamanoğulları’ndan Osmanlı’ya, Anadolu'nun değişmeyen bekçisi.
Karaekşi Tabiat Parkı: Göksu Nehri kıyısında, dere sesi ve kuş cıvıltıları eşliğinde doğanın kalbinde yürümek isteyenler için bir vaha.
Sertavul Geçidi: Mut’u Karaman’a bağlayan bu geçit, Torosların kıvrımları arasında yolculuğu şiire dönüştürüyor.
Bunlar sadece ilk bakışta görünenler. Oysa Mut’ta her taşın altında, her patika sonunda bir başka güzellik, bir başka sürpriz saklı.
Mut, Ege’ye yerleşme hayali kuranlara küçük bir sır gibi fısıldanmalı: “Bir de Mut’a uğrayın.” Emekliliğini huzur içinde, doğayla ve insanla barışık bir şekilde geçirmek isteyenler için Mut, Türkiye’nin unutulmuş cennetlerinden biri.
Velhasıl, altın kelebeğin kanat çırptığı yer burası… Burada huzur var, samimiyet var, doğallık var. Adı gibi Mutluluk var.