Boğaz’ın sultanı konuşuyor: Ben lüferim! SÜLEYMAN DİLSİZ yazdı... Rüzgâr kuzeyden esmeye başladığında -gerçi kuzeye diktiğimiz gökdelenler sayesinde rüzgâr çok nazlı artık, bi var bi yok- her şeye rağmen Boğaz uyanır.


Boğaz’ın Sultanı Konuşuyor: Ben lüferim!
Süleyman Dilsiz yazdı...
Boğaz’ın martıları ciyak ciyak arsızca sahneye fırlar, ağlar suya iner, dalgalar gümüş gibi parlar. Şehir de güzün telaşıyla kışa hazırlanır: Sarı, kahverenginin her tonu denizin mavisine karışır, İstanbul’un o “Aaah, burası niye bu kadar güzel?” dedirten hali başlar. Teoman’ın “İstanbul’da sonbahar” şarkısı gibi…
“Akşama doğru azalırsa yağmur Kız Kulesi ve Adalar Ah, bur’da olsan, çok güzel hâlâ İstanbul’da sonbahar…” Ve tabii ki sonbahar demek lüfer demektir İstanbul’da! Boğaz’ın da mevsimin de sultanıdır!..
Sultanın mevsimi coğrafya derslerinde öğretilenin aksine, ekim ortasından aralık sonuna kadar uzanır. Sultanımız der ki “Eylül ortasından aralığa kadar Boğaz’ın starıyım. Ne erken gelirim ne geç kalırım. Mevsimimle yaşarım.
Hamsi gibi geveze değilim, istavrit gibi ‘Al 3 kilo bedava’ muhabbetine düşmem, Boğaz’ın sultanı konuşuyor: Ben lüferim! takılmış gibi çırpınıyor, hamsi Karadeniz türkülerine kuyruğuyla tempo tutuyor, palamut smokiniyle kürsüde. Ben mi? Köşede, kabadayı edasıyla sakin sakin duruyorum. Ama içimden diyorum: ‘Bu meclis değil, balıkçı tavernası!’” İstavrit lafa dalar: “Bak sultanım, senin gibi manikürlü pullarla salınamam.
Ben istavrit, denizin asgari ücretlisiyim! Her ağa takılırım, her tezgahta ‘Üç kilo bi lira’ diye bağırırlar. Adımı bile herkes bilmez. Bana ‘Şu küçük balık’ derler. Ama bilmezler, meyhanelerin starı bendenizim!” Haklı. İstavrit olmasa deniz boşalır, meyhaneler susar. O, Boğaz’ın simidi: Sade ama herkesin tabağına nasip. Ben de dedim: “Senin bolluğunla doyar şehir, palamut gibi ‘Bak smokinime, parlıyor!’ diye hava atmam. Ben ne yağlıyım ne kuru; tıpkı iyi bir sofra muhabbeti gibi, tam kıvamındayım. Eskiden ‘Boğaz’ın sultanı’ derlerdi, şimdi Instagram’da beni #boğazınsultanı etiketiyle paylaşmadan yiyemiyorlar! Ama sorarım size, bir balığın influencer’lığa ihtiyacı var mı? Ben zaten efsaneyim! Her sonbaharda olduğu gibi Boğaz’ın altı gibi üstü de kalabalık. Balık bol, laf daha bol! Kimisi
‘Bu sene palamut patladı’ der, kimisi ‘Lüfer nerede?’ diye sızlanır. Ama kimse bilmez: Biz balıklar da dedikodu yaparız, hem de ne dedikodu! Geçen hafta Marmara Meclisi’nde toplandık yine. İstavrit bir köşede ağlara benim azlığımla akılda kalır.” O, alaycı: “Ne yapayım be Sultan’ım, ben halkın balığıyım.
Senin gibi ‘mevsiminde gelceğim’ diye kapris yapamam. Metrobüste bile itiş kakış yüzerim ben!” Hamsi, Karadeniz ağzıyla patlar: “Uşağum, Biz horonuz! Siz hep Boğaz muhabbeti yapaysunuz! Bizi unuttunuz da! Biz hamsiyiz ha, bizi ekmekle yerler, pilavla severler, çayla dost ederler.
Bizim mevsim bitmez, her daim trend topic oluruz!” Hamsi bir neşe ama biraz geveze. Her sofrada, her şehirde o var. Benim sakinliğime onun horonu denk düşer. Ben Boğaz’ın öyküsüysem, o Karadeniz’in coşkusu. Bir keresinde dedim: “Hamsi, ben seni Boğaz’da özlerim.” O da sırıtıp: “Uşağum, ben de seni ızgarada hatırlarım!” demişti. Sonra denizin derinlerinden bir gölge süzüldü. Palamut, iri gövdesi ve parlak derisiyle geldi, suyu yararken sesi yankılandı. Palamut: “Hey lüfer, senin mevsimin geldi ama unutma: Ben çıkınca şehir kışa hazırlanır. Instagram’da story’ler benden sorulur!” Palamut, denizin smokinli ağır abisi. Güçlü, iri, gösterişli. Ama biraz havalı. 074 naviga GÜMÜŞ OLTA SÜLEYMAN DİLSİZ Rüzgâr kuzeyden esmeye başladığında -gerçi kuzeye diktiğimiz gökdelenler sayesinde rüzgâr çok nazlı artık, bi var bi yok- her şeye rağmen Boğaz uyanır.
Boğaz’ın martıları ciyak ciyak arsızca sahneye fırlar, ağlar suya iner, dalgalar gümüş gibi parlar. Şehir de güzün telaşıyla kışa hazırlanır: Sarı, kahverenginin her tonu denizin mavisine karışır, İstanbul’un o “Aaah, burası niye bu kadar güzel?” dedirten hali başlar. Teoman’ın “İstanbul’da sonbahar” şarkısı gibi… “Akşama doğru azalırsa yağmur Kız Kulesi ve Adalar Ah, bur’da olsan, çok güzel hâlâ İstanbul’da sonbahar…”
Ve tabii ki sonbahar demek lüfer demektir İstanbul’da! Boğaz’ın da mevsimin de sultanıdır!.. Sultanın mevsimi coğrafya derslerinde öğretilenin aksine, ekim ortasından aralık sonuna kadar uzanır. Sultanımız der ki “Eylül ortasından aralığa kadar Boğaz’ın starıyım. Ne erken gelirim ne geç kalırım. Mevsimimle yaşarım. Hamsi gibi geveze değilim, istavrit gibi ‘Al 3 kilo bedava’ muhabbetine düşmem, Boğaz’ın sultanı konuşuyor: Ben lüferim! takılmış gibi çırpınıyor, hamsi Karadeniz türkülerine kuyruğuyla tempo tutuyor, palamut smokiniyle kürsüde. Ben mi? Köşede, kabadayı edasıyla sakin sakin duruyorum. Ama içimden diyorum: ‘Bu meclis değil, balıkçı tavernası!’” İstavrit lafa dalar: “Bak sultanım, senin gibi manikürlü pullarla salınamam. Ben istavrit, denizin asgari ücretlisiyim! Her ağa takılırım, her tezgahta ‘Üç kilo bi lira’ diye bağırırlar. Adımı bile herkes bilmez. Bana ‘Şu küçük balık’ derler. Ama bilmezler, meyhanelerin starı bendenizim!” Haklı. İstavrit olmasa deniz boşalır, meyhaneler susar. O, Boğaz’ın simidi: Sade ama herkesin tabağına nasip. Ben de dedim: “Senin bolluğunla doyar şehir, palamut gibi ‘Bak smokinime, parlıyor!’ diye hava atmam.
Ben ne yağlıyım ne kuru; tıpkı iyi bir sofra muhabbeti gibi, tam kıvamındayım. Eskiden ‘Boğaz’ın sultanı’ derlerdi, şimdi Instagram’da beni #boğazınsultanı etiketiyle paylaşmadan yiyemiyorlar! Ama sorarım size, bir balığın influencer’lığa ihtiyacı var mı? Ben zaten efsaneyim! Her sonbaharda olduğu gibi Boğaz’ın altı gibi üstü de kalabalık. Balık bol, laf daha bol! Kimisi ‘Bu sene palamut patladı’ der, kimisi ‘Lüfer nerede?’ diye sızlanır. Ama kimse bilmez: Biz balıklar da dedikodu yaparız, hem de ne dedikodu! Geçen hafta Marmara Meclisi’nde toplandık yine. İstavrit bir köşede ağlara Benim ölçülü zarafetime yetişemez. Dedim: “Ey iri yürekli kardeşim, sen sofrayı doyurursun ama ben muhabbeti başlatırım.” O da kahkahayı patlattı: “Senin zarafetine sağlık ama ben tabağı doldurur, cüzdanı boşaltırım!”
Aramızda tatlı bir rekabet var. İnsan gözü iri balığı sever ama damak dengeyi arar. Palamut doyurur, ben hatırda kalırım. Tam meclis hararetlenirken, bir yengeç yan yan süzüldü içeri: “Ehem, Zoom toplantısına katılacaktım, yanlışlıkla buraya geldim,” dedi. Hamsi hemen atladı: “Ula, seni gidi yanpiri! Senin gibi yan yan gezenle işimiz olmaz, git midyelerle takıl!” Yengeç iğneleyici: “Siz balıklar hep aynı, kuyruk sallayıp hava atıyorsunuz. Ama asıl lezzet bende ve midyede! Midye dolma gördü mü insanlar, sizi unutur!” Meclis karıştı. İstavrit bağırıyor, palamut homurdanıyor, hamsi kıkırdıyor, ben ise iç geçirip: “Boğaz’da bu drama gerek var mı ya…?” diyorum.
Ben lüferim. Hamsi gibi her sofrada bağıran bir popstar değilim, istavrit gibi “Al bi’ kilo bedava” pazarlamacısı hiç değilim, palamut gibi “Bakın pullarım ayna gibi!” diye hava da atmam. Ben Boğaz’ın vicdanıyım, anladın mı? Mevsiminde gelirim, sana sabrı, ölçüyü, ‘kılçıkla barışık yaşamayı’ öğretirim. Erken yakalarsan bozuşuruz, geç kalırsan “Nerede bu lüfer?” diye sızlanırsın. Mevsiminde tut, ızgarada coş. Yanına roka, soğan, bir dilim ekmek; Boğaz’a karşı bir kadehle selam ver. Çünkü ben sadece balık değilim; seninle dalga arasında muhabbet, şehirle su arasında öyküyüm hem damaklarda hem belleklerde! Unutma! Bir şehrin ruhu, tabağındaki balığın mevsiminde saklı. Onları tanımak demek, şehrini tanımak demek. Mevsiminde lüfer yedin mi, Boğaz’la barışırsın.
Tıpkı İstanbul gibi sultanımızı kılçıksız hayal etmek ama yine de kılçığa takılmaktır! Denizin altındaki meclisi tanımak demek, İstanbul’un nabzını tutmak, cümbür cemaat denizin altı ve üstüyle alayımızın İstanbullu olması demektir!