Moldova Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği Basın Turu kapsamında kaleme aldığımız gezi yazımızın bu son bölümünde dünyanın en uzun mahzenini, ülkenin birbirinden güzel turistik yerlerini ve Altınordu Devleti’nden Moldova’da kalan tarihi eserl
Dünyanın En Uzun Mahzenleri
Alptekin Cevherli Yazdı; Koca Yürekli Küçük Ülke MOLDOVA
Yazı dizisi:5
Cricova Şarap Mahzeni,120 kilometrelik adeta bir şehir görünümündeki yollara sahip. Kireçtaşı gibi kolay kazılabilen bir malzeme olması nedeniyle, 15. yüzyıldan beriCricova’da kazılar başlamış olmakla birlikte; asıl mahzenin kazılması 1950’lerden itibaren bir yeraltı şarap kenti oluşturulmuş.
Yolların yarısı şarap depolama için kullanılıyor.
Bu şarap şehrinin depoları, tadım odaları ve yeraltındaki diğer tesisleri ile toprak altında 70 ile 100 metre aşağıda ve 120 km uzunluğundaymış. Kaç şişe var dediğimizde; 125 milyon şişe şarap var inanmıyorsanız sayabilirsiniz dediler...
En eski şarap 1902 yılına kadar gidiyor. İçeride ısı yaklaşık yıl boyunca 12 °C'de sabitmiş.
Mahzen ile ilgili Moldovalıların kesinlikle ret ettiği iki de efsane var. İlk efsaneye göre 1966’da Ay’a ayak basan ilk insan olan Rus Kozmonot Yuri Gagarin mahzenlere girer kaybolur ve ancak iki gün sonra bulunabilir. Ki bununla ilgili olarak Moldovalı rehberimiz Gagarin’in 40 dakika kadar mahzeni gezip çıktığını çok kesin bir dil ile söyledi. Bir diğer efsane de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 50’nci yaş gününü burada kutladığı yönünde. Rehberimiz bunun da gerçekleşmediğini sadece ziyaret edip çıktığını söyledi. Bu arada Moldovalıların bu konuda çok hassas olduklarını söylemeliyim.
Gerek içerideki mahzenlerin donanımı, rehberler, anlattıkları kadarıyla şarap imalatı teknikleri ve gerekse de restoranı ile hediyelik eşya mağazasının çok profesyonel olduğunu söylemeliyim. Moldova’ya gittiğinizde kesinlikle görmeden dönülmemesi gereken bir yer...
Daha sonra turumuza Butuceni Köyü’ne giderek devam ettik.
Köy 16 ve 17’nci yüzyıldan kalma Ejderha Vadisi içerisinde buram buram tarih kokan bir mekân.
Burası turistlerin özel ilgi alanı. Eski usûl faytonlar ile turistlerin gezdiği; sivri sinek ve akreplere karşı mavi boyalı kapı ve pencerelerin bulunduğu muhteşem bir mekân...
Lezzetli bir yemeğin ardından kestane ağaçları arasındaki köyden tepeye doğru yolculuğumuza devam ettik.
Seyir terası olan bir alanda az evvel bahsettiğim Ejderha Vadisi’ni tepeden izledik...
Eskiden Karadeniz bu yüksekliğe ve içeriye kadar geliyormuş. Ejderha Vadisi denilen yer de aslında Karadeniz kıyısında bir koymuş. Daha sonra Karadeniz’in suları çekilince gökyüzünden bakıldığında kanatlı bir ejderhayı andıran bu vadi oluşmuş. Vadinin karşı kıyısında ise Hristiyanlık için kutsal olan ve ancak yaya olarak ulaşılabilen Orheiul Vechi adlı bir kilise ve tarihi bir kompleks vardı. Ancak zamanımız yeterli olmadığı için yanına kadar gidemedik.
Bu arada seyir terasının yolu üzerinde ıhlamur ağaçları, kengerler ve çeşit çeşit kır çiçekleri gerçekten de hoş bir rayihayı insana hissettiriyor.
Seyir terasının hemen karşısında ise Kral Stefan zamanında yapılan kale duvarı kalıntıları ve kalenin içerisindeki küçük bir müze sizi karşılıyor.
Bunların biraz ötesinde ise Avrupa Birliği tarafından restorasyonu yapılan ve Altın Ordu Devleti’nden kalma bir taş ticaret yolu, bütün ihtişamıyla bizi bekliyordu...
Altınordu'dan kalma ticaret yolu
Rehberimiz Elena size bir sürpriz yapacağım dedi ve gerçekten de belki de 6 günlük gezimizde beni en çok etkileyen harika bir tarih dokusuyla buluşmamıza yardımcı oldu. Bu nedenle gerek değerli rehberimiz ve aynı zamanda Arkeolog olan Elena Hanım’a ve kıymetli şoförümüze ekip olarak çok teşekkür ediyoruz...
Altınordu Devleti biliyorsunuz tarihteki 16 büyük Türk İmparatorluğu’ndan birisi. Cengiz Han’ın oğlu Cuci Han tarafından 1225 yılında kurulmuş. Ancak resmen Cengiz İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını 1242 yılında torunu Batu Han döneminde kazanmış. Başta Gök Tanrı inancına sahip olan Altınordu Devleti, daha sonra İslâmiyet’i kabul ederek Kırım, Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan ve bugün Ukrayna ile Rusya’daki Müslüman Türklerin varlığını sağlamış.
Var olduğu bölge Karadeniz’in kuzeyinde, bugünkü Ukrayna, Rusya, Polonya, Beyaz Rusya, Azerbaycan, Gürcistan, Tataristan ve Kazakistan gibi ülkeleri kapsamaktaymış. Bu nedenle de Türkiye’de Altınordu Devleti’ne ait bir tarihi eseri görme şansınız yok...
Ancak rehberimiz, ‘sizin hoşunuza gidecek bir şey göstereceğim’ diyerek kendi tabiriyle ‘Tatar Altınorda Devleti’ne ait bir taş yola götürdü bizi. Yol, UNESCO koruması altında ve AB fonlarıyla restore edilmiş. Eğer tercümede yanlış anlamadıysam, Altınordu Devleti’nin 4 bin km uzunluğunda bütün şehirleri birbirine bağlayan bu şekilde taş yolları varmış. Bunların bir kısmı da yazı dizimizin başında bahsettiğim Bender (Tigin-Tekin) kalesine kadar uzanıyormuş.
Yolun devamında dere boyuna doğru indiğimizde yine Altınordu Devleti’ne ait bir Türk (Tatar) hamamı bizi karşıladı. Burası da aynı şekilde AB tarafından restore edilmiş. Hamamın duvarları sağlam ancak çatısı günümüze ulaşamamış. Fakat hemen yanındaki İngilizce tabelada rekontrüksiyon şeklinde eski belgelere dayanarak bir çizimi yapılmış ki, gerçekten de göz alıcı bir yapıymış ve hâlen de görülmeye değer, göz alıcı bir eser olduğunu söylemeliyim...
Hamamın hemen yukarısında köprünün üzerine çıktığımızda ise yine o dönemlerden kalma kaya içine oyulmuş evler ve çeşitli yapılar var, ancak hem zaman açısından hem de derenin karşı tarafı olduğu için o bölgeye geçmedik.
Rehberimize böylesine önemli ve uzun bir yol ve hamam varsa mutlaka kervansaray ve çeşmeler veya su kuyuları da olması gerekir deyince; sanırım Türkiye’den gidecek turistlerin aklını baştan alacak az ilerisindeki başka bir mekâna bizi aracımızla götürdü.
Burası tahmin ettiğim gibi gerçekten de çok büyük bir Altınordu Kervansarayı imiş. İnşa tarihi 11’nci yüzyıl diye not almışım. Bina şu anda su basman seviyesinde kalmış. Temel büyüklüğüne bakarak büyüklüğü Konya – Beyşehir Yolu üzerindeki Selçuklu Devleti’nden kalma 13. yy. Emir Kandemir Han Kervansarayı’nın 1,5 katı gibi kabaca diyebilirim. Bunun da eski fotoğraflar ve kazılarda çıkan tarihi eserlerden yanında İngilizce tabelasındaki rekonstrüksiyon resminde taç kapısı ve iç mimari detayları çok net gözüküyor. Kervansaray’ın hemen karşısında ise tıpkı Konya Emir Kandemir Han Kervensarayı’ndaki gibi büyük bir ulu camiye ait olan kalıntılar bizi karşılıyor. Onun karşısında ise Anadolu’da olmayan bir şapel (kilise) kalıntısı yine su basman seviyesinde duruyor. Hepsi de Altınordu Devleti’ne ait. Cami, temel büyüklüğüne baktığımızda Ulu Cami büyüklüğünde yaklaşık.
Yol, bu arada bütün bunların yanından devam ederek Ejderha Vadisi boyunca karşıya doğru uzanıyor...
Bu arada ekibimizdeki Avusturyalı bir Türkolog ve aynı zamanda gazeteci olan Sisi Hanım ile konuşurken, ‘O dönemlerde, Altınordu Devleti zamanında ticarete bu kadar önem verilmesi, yolların yapılması ve cami ile kilisenin bu kadar yakın olarak bir arada inşa edilmiş olmaları, özellikle de barış içerisinde var olabilmeleri, günümüz dünyasına bir ders niteliğinde’ dedi.
Garabet Balyoz'un konağı
Yazımızın geçen bölümünde hatırlarsınız, Ermenilerin özellikle 19’uncu yüzyılda Moldova’ya çok önemli oranda göç ettiklerini söylemiştim. Az sonra anlatacağım Garabet Balyoz’un da Konağı bunlardan birisi. Ayrıca 19’uncu yüzyılda çok sayıda Ermeni vatandaşımız Osmanlı topraklarından buraya gelmiş, bunların kalıntılarına Kişinev ve Trispol’de de rastladım.
Gelelim Garabet Balyoz ve Ailesi’ne...
Burası 19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen Orhei ilçesi’ndeki Ivancea köyünde bir konak kompleksi aslında. 1852 - 1873 yılları arasında Manuc Bey’in çalışanı ve damadı olarak Ermeni Garabet Balioz inşa etmiş. Bina, Batı Avrupa tarzında ve Rus klasikliğinin unsurlarıyla inşa edilmiş. Konak 3 hektar alan içerisinde kestane, köknar ağaçlarının yanı egzotik bitkiler içeren bir parka da sahipmiş. Ayrıca üç katlı bir su kulesi, ahır, mahzen, değirmen, ağıl, demir atölyesi, müştemilât ve diğer ekler de varmış.
Sovyet döneminde bir kısım ekler yapılmış. 1996’dan sonra müzeye dönüştürmek için Moldova Hükumeti çalışmaya başlamış ve bir dizi hukuki çalışmanın ardından müze haline getirilmiş. İçeride küçük bir Ermenistan bayrağı ile Ermeni kültüründen ve binanın eski dönemlerinden kalma tarihi eserler bulunuyor.
Orman içinde mükemmel tesis
Ve Moldova basın turumuzun son gününde bizi başka bir muhteşem mekânda ağırladılar...
Codru Turistik Kompleksi olarak adlandırılan bu yer insan eliyle oluşturulmuş güzel bir orman içerisinde, yüzme havuzlarından güzel restoranlara, lüks otellerinden eğlence mekânları, spor salonları ve açık spor sahaları ile canlı müziğine kadar eğlenmek ve dinlenmek için neye ihtiyacınız varsa düşünülmüş...
İster havuz başında parti verin isterseniz orman içerisindeki yaklaşık 45 kişilik ahşap verandada kahvenizi içerken kuşların nağmelerini dinleyin...
Bu değerli tesiste akşam yemeği sonrası Moldova Kültür Bakanı Andrei Chistol ve bu değerli organizasyonu gerçekleştiren APIT Başkanı Sayın Sergiu Manea'dan katılım ve teşekkür sertifikamızı aldık...
8 ülkeden gelen 12 basın mensubu arkadaşlarıma ve bana Moldova gezimiz hakkında görüşlerimizi sorup not aldılar, bu anlamda kendilerine bu muhteşem organizasyon nedeniyle teşekkür ederek, tespitlerimizi söyledik. Bu anlamda basına verdikleri değer nedeniyle de ayrıca memnuniyetimizi ilettik kendilerine.
Ertesi sabah da güzel bir kahvaltı sonrası uçak saatlerimize göre bir daha görüşmek umuduyla basın mensubu arkadaşlarımızla ve rehberlerinizle vedalaşarak; ülkelerimize doğru Kişinev Havaalanı’ndan uçaklarımızla yola çıktık...