Geçen bölümümüzde Moldova Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenmiş basın turunda Moldova içerisinde özerk bir bölge olan Predistronavya’ya gitmiştik. Bugün günkü kaldığımız yerden devam ediyoruz...
Gaz Lambası İle Çalışan Radyo
Alptekin Cevherli yazdı
Koca Yürekli Küçük Ülke Moldova
Yazı dizisi 3
Predistronavya gezimizin çerçevesinde çok önemli bir bölüme değinmeden geçemeyeceğim.
Dünyanın en büyük Mersin Balığı ve Havyar Üretim Tesisi olan Aquatir’den bahsedeceğim...
“Mersin balığının sağlığını ve istikrarlı verimliliğini korumak için, tüm gerekli mikro besinleri ve vitaminleri içeren, hormon, antibiyotik ve GDO içermeyen, yüksek kaliteli yemler kullanıyoruz” diyerek kendini tanımlayan tesis, Trispol ili sınırları içerisinde. 170 bin m² alan üzerine kurulu olan Aquatir’de yılda 7 bin kg. havyar ve 450 bin kg. Mersin balığı üretimi yapılıyor. Premium Havyar iddiasıyla üretim yapan tesisin dünya çapında 1557 satış noktası bulunuyor.
Suyun içerisinde eski çağlardan kalma dinozor balıkları andıran mersin balıklarının bulunduğu dev havuzların etrafında gezerken içerisinde gördüğümüz 2 ilâ 3 metre boylarındaki balıklar hem ürkütücü hem de ilginçti...
Devasa Mersin balıkları uyuyor
Dinozor balık diyorum, çünkü mersin balıkları yaklaşık 200 milyon yıldır dünya üzerinde bulunmaktaymış... Bu arada Türkiye’nin kuzey kısımlarındaki nehirlerde de mersin balığı yaşıyor.
Balıkları yavru, yetişkin, damızlık ve havyar üretimi gibi farklı dev havuzlara almışlar...
Bu arada tesiste bir bölüme girdik ki resmen donduk. Dışarısı yaklaşık 30 derece civarındayken bizi 7-8 derece olduğunu tahmin ettiğim bölüme aldılar. Ki burada balıkları yapay olarak kış uykusuna yatırıyorlarmış. Zaten o sıcağın ardından birden girdiğimiz bu bölümde biz de orada biraz daha kalsak muhtemelen uzuuun bir uykuya dalacaktık...
Aquatir’e özel kıyafetler, galoşlar vb. ile giriliyor. Balıklara temas etmek kesinlikle yasak ve tehlikeli. Tehlikeli kısmını anlatmaya gerek yok sanırım. Yasak kısmına gelince insan elindeki yağ, mantar ve deterjan vb. kalıntısı gibi etkenler balıklara zarar veriyormuş. O nedenle çıplak elle dokunmak yasakmış. Çevre dostu bu tesis aynı zamanda kendi alanında en son teknolojiyi kullanıyormuş.
Fabrikadan satış yok. Ancak hemen Trispol’ün içerisinde büyük ve gösterişli mağazada hesaplı bir şekilde havyar ve çeşit çeşit balık etlerine çiğ veya pişmiş olarak ulaşabiliyorsunuz. Ancak daha önce dediğim gibi kredi ve banka kartlarını Predistronavya’da kullanamayacağınız için yanınızda nakit Ley ve Ruble bulundurmanız gerekli. Ya da Kişinev’de marketlerde de aynı marka ürüne kredi kartıyla ulaşabilirsiniz.
Dünyanın en büyük nal koleksiyonu
Ertesi gün sabah erkenden Guiness Rekorlar Kitabına da giren dünyanın en büyük at nalı koleksiyonunu görmeye gidiyoruz dediklerinde çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim.
At nalı deyip geçmeyin, ‘Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır, bir at bir yiğit kurtarır ve bir yiğit bir savaş kurtarır’ diye atalar boşuna söylememiş...
Gerçekten de içeriye girdiğimizde çeşitli ebatlarda binlerce nalın olduğu dev bir duvar ve ortasında Guiness Rekor Ölçüm Biriminden gelen diplomalar bizi karşıladı. Ancak işin ilginç yanı sadece at nalları değildi. Petru Constantin adlı eski bir askerin ömrü boyunca toplamış olduğu on binlerce objeden oluşan muhteşem bir koleksiyon bizi bekliyordu...
İçinde elektronik aletlerden M.Ö. 2000 bin yıl öncesine ait orijinal taş baltalara kadar binlerce objenin bulunduğu bu özel müzeyi bize Bay Petru Costin bizzat gezdirdi.
İmkânlar dâhilinde size içeride çektiğim fotoğraflardan göstermeye çalışacağım. Ancak şunu söylememe gerekir ki, Sovyet Rusya dönemine ait olan objelerin çoğunluğunu anlatırken Bay Costin’in o dönemlere ait bir öykünmesini de hissetmedim değil. Biz elbette müzeye devam edelim...
Zenith kameralardan, Rus yapımı televiyonlara ve bu televizyonları yıl yıl gelişim aşamalarına kadar hepsini görebiliyorsunuz. Ancak 3 önemli konuyu burada sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim...
İlki elektronik cihazların olduğu bölümdeki gaz lambası ile çalışan radyo.
Bay Costin’in (eğer yanlış anlamadıysam) kendi icadı olan bu radyo, savaş zamanlarında ve özellikle elektriğin olmadığı koşullarda gaz lambasının etrafına sarılan kablolar ve çeşitli devrelerle ısı enerjisini elektrik enerjisine dönüştürerek radyonun çalışmasını sağlıyor ki; bence bugün bile bazı durumlarda dünya ile iletişiminizi devam ettirebileceğiniz mükemmel bir buluş...
Ama esas üçüncüsü çay bölümü. Evet yanlış okumadınız çeşit çeşit çaydanlıklar, semaverler ve çay takımlarının olduğu bölüm ki, beni bilenler bilir; en uzun kaldığım bölüm burası oldu elbette....
Müzenin devamında Rus asker üniformaları, şapkaları, su altı taarruz komandolarının kullandığı su altı motorları, kozmonotların uzayda yedikleri gıdaları ve daha neler neleri gördük...
Bir de şuna değinmeden geçemeyeceğim:
Ünlü Moldova Kralı Büyük Stefan’ın tahtının ve kılıcının replikası vardı. Birebir aynısı olacak şekilde yapılmış bu meşhur tahta oturup elime Kral Stefan’ın kılıcını alarak bir de poz verdim. Orada dediklerine göre Büyük Stefan’ın kılıcının orijinali Fatih Sultan Mehmet tarafından teslim alınmış ve şu anda Topkapı Sarayı’nda sergileniyormuş. Nereden nereye...
Bu müze, özel müzecilik anlamında gerçektende özellikle Sovyet dönemi çalışanları için muhteşem sosyal imkânlar sunuyor...
Yer altında 200 km.’lik mahzen
Mileştii Mici yer altı mahzeni veya şehri mi desem bilmiyorum. Mileştii mici aslında bir devlet işletmesi ve kaliteli şarap endüstri kompleksi olarak biliniyor. Yüksek kaliteli şarapları depolamak, korumak ve olgunlaştırmak amacıyla 1969 yılında kurulmuş...
Yerel antik yeraltı galerileri Kişinev sınırlarına kadar uzanıyormuş. Galerilerdeki kireç taşı yıl boyunca sabit nemi (% 85 – 95) ve sıcaklığı da (12 – 14 °C) olarak tutuyormuş. Kırmızı şaraplar bu ideal koşullarda ne kadar uzun süre saklanırsa o kadar kaliteli oluyormuş. Mahzenler 200 kilometre (120 mil) boyunca uzanıyormuş ve sadece 55 kilometresi (34 mil) şu anda kullanılıyormuş.
Ağustos 2005'te Mileştii Mici, Guinness Dünya Rekorları'na dünyanın en büyük şarap koleksiyonu olarak kaydedilmiş. Mahzenlerde yaklaşık 2 milyon şişe şarap varmış ve en eskisi 52 yıllıkmış. Dışarısı yaklaşık 28 derece idi, işin doğrusu mahzenin içerisinde epey üşüdük diyebilirim. İçerisinde iki otomobilin yan yana geçebileceği mahzenlerde elektrikli turist araçlarıyla yolculuk yaptık.
Eskiden Karadeniz bölgeye kadar gelirmiş. Kireçtaşına dönüşen eski deniz zemini kazılıp mahzen inşa edilirken kömürlemiş ayakta ağaçlar bulunmuş ve mahzen içerisindeki sabit ısı ve nem bu ağaçların hâlâ korunmasını sağlıyor.
Dahası mahzen içerisinde muhteşem bir şelâle var. Denildiğine göre Karadeniz’i besleyen yer altı nehirleri hâlâ faal olarak Karadeniz’e kadar yer altından uzanıyormuş ve bizim gördüğümüz şelâle de bunlardan birisiymiş.
Mahzen içerisinde ayrıca muhteşem bir turistik eşyalar satan dükkân ve çeşitli yemek çeşitlerinin bulunduğu otantik bir restoran bulunuyor. Biz de öğlen yemeğini orada yerin yaklaşık 80 metre altında bu restoranda yedik. Ve burada çok hoş bir sürpriz olarak canlı müzik çalan bir ekip tarafından şu aralar Türkiye’de çok da çalınmayan çocukluk yıllarımdan kalan ‘Ankara Ankara güzel Ankara, seni görmek ister her bahtı kara’ şarkısını ve ‘Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur’ şarkısını ve diğer katılımcı ülkelerden çeşitli ünlü müzikleri dinledik...
Gelecek Bölüm:
‘Hz. İsa’nın Kucağındaki Bebek’