Gastronomi ve sinemanın buluşma noktası Uluslararası Urla Gastronomi Film Festivali, dopdolu programıyla festival katılımcılarını ağırlamaya devam ediyor.
Urla Gastronomi Film Festivali Tüm Hızıyla Devam Ediyor
25 Mayıs Pazar gününe kadar devam edecek festivalde, birbirinden keyifli, eğitici etkinlikler katılımcılarla buluşuyor.
“Sofradan Beyaz Perdeye: Yemek ve Sinemanın Buluşma Noktası” temasıyla bu sene ilk kez hayata geçirilen Uluslararası Urla Gastronomi Film Festivali’nin ikinci günü de noktalandı. Festivalin ikinci gününde de söyleşi, atölye, ustalık sınıfı, tadım etkinlikleri ve film gösterimleri katılımcılarla buluştu.
Katılımcıları gastronomi ve sinema odaklı birçok etkinliklerle buluşturan festivalin ikinci gününde Açık Perde Kısa Film Seçkilerinden; “Perşembe, Churchill Değil, Çörçil, Şefin Yolculuğu, Yerüstü Yeraltı Toprağına Renk Katanlar, Enginar Zamanı” filmlerinin gösterimleri yapıldı. “IGCAT Food Film Menu 2024” Tanıtım Filmleri Seçkisi de izleyenlerle buluştu. En El Camino De Esminna – İzmir’in Yolunda ve UMAMI filmleri de festival katılımcılarının beğenisine sunuldu.
Urla’da Dolu Dolu Bir Gün Geride Kaldı
Festivalin ikinci gününde de birçok söyleşiye düzenlendi. “Sözcükler, Tatlar Ve Görüntüler” etkinliğinde Nihat Özdal ve Kemal Varol, “Mutfağın Alt Üst Oluşu;Les Saveurs Du Palaıs - Sarayın Tatları” etkinliğinde Prof. Dr. Seda Genç, Sırma Güven ve Şef Aylin Yazıcıoğlu, “Denizlerden Sofralara” etkinliğinde Şef Osman Serdanoğlu ve Gökmen Sözen, “Yeryüzü Sofraları” etkinliğinde ise Ahmet Güzelyağdöken ve Ercan Kesal festival katılımcıları ile buluştu.
Festival kapsamında düzenlenen söyleşi etkinliklerinde Yönetmen Pere Albero ve Yönetmen Valentin Marcus Andersen katılımcıların sorularını yanıtladı.
Gastro Sınıf etkinlikleri kapsamında Şef Daniel Olivella’nın katılımıyla “Akdeniz’den Kültür ve Lezzet: Katalan Mutfağı” etkinliği ile Şef Ozan Kumbasar, Şef Aylin Yazıcıoğlu katılımlarıyla Gastro Sınıf etkinlikleri katılımcılarla buluştu.
Sine Sınıf etkinlikleri kapsamında ise Marlow Murat Karakütük’ün katılımıyla “Yemek ve Filmler Üzerine Psikokültürel Bir Yolculuk” etkinliği düzenlendi.
Urla’da Söyleşilerle Dolu Bir Gün
Uluslararası Urla Gastronomi Film Festivali kapsamında düzenlenen Sözcükler, Tatlar ve Görüntüler” etkinliğinde konuşan Kemal Varol, “Ben her zaman yolda olan roman kahramanlarını anlattım. Durmadan yer değiştiren, hikayesinin peşinden koşan, derdinin peşinden koşan kahramanları anlattım. Bunlar zaman zaman işte Anadolu’yu boydan boya dolaşan, gezen roman kahramanlarıydı. Bu bazen ucunda ölüm var romanındaki ağaç kadın gibi sevgili adamın peşinden Türkiye’nin değişik şehirlerini gezen dolaşan bir kadın hikayesi olmuştu. Türkiye çok farklı bir ülke. Yani böyle yedi bölgeye bölünmüş bir ülke. Ama o kadar farklı ki, iklim olarak da, insan olarak da, kültürel olarak da birbirinden çok çok farklı insanların yaşadığı ve yine de tek faydalı buluştukları bir ülke. Kahramanlarla şehir şehir gezdirirken bir yandan da onları farklı yemek kültürleriyle de buluşturuyoruz.” dedi.
Nihat Özdal ise şunları söyledi: “Ben hikayeyle ilgili bir adamım. Biraz düşündükçe yemek ve hikaye arasında birbirini çok benzer hususlar var. Ama ikisinin de tadını iyi ayarlamamız gerekiyor. Tadını, tuzunu, yağını iyi kullanmanız gerekiyor. Yoksa her şeyin azı ve aşırısı garip bir tat bırakır ya da yemekte de benzer bir husus vardır. Ölçülü deriz mesela değil mi? Tadının, tuzunun ölçülü olması gerekir. Ya da yemeğin pişme süresi vardır değil mi? Yani bir süre veririz yazarlar ve yemek tariflerinde şu kadar süre, şu kısık ateşte veya yüksek ateşte şu kadar sürede. Bizim de bir hikaye demlendirme süremiz vardır. Bazı yemekler sıcakken yenmez ya aşırı sıcak ya da aşırı soğukken de yenmez. Bazı hikayeler de sıcakken okunmaz ya da yazılmaz. Yazdığımız acı bir hikayenin üzerinden zaman geçmesini bekleriz. Bunun daha sonra anlatılabileceğine inanırız.”
Festival kapsamında düzenlenen Mutfağın Alt Üst Oluşu;Les Saveurs Du Palaıs - Sarayın Tatları” etkinliği Prof. Dr. Seda Genç, Sırma Güven ve Şef Aylin Yazıcıoğlu’nun katılımıyla gerçekleşti. Etkinlikten konuşan Seda Genç, “Filmde gençlere aslında mutlaka öğretmek, öğrenmek için bir çaba var. Sınıflar oluşturulmuş, bir şekilde dersler yapılıyor orada. Bakanlık bunun kapısını çalıyor ve işte siz bir şekilde saraydan siz çağırılıyorsunuz diye davet ediyorlar. Gidenler yolda öğreniyorlar tüm hikaye orada başlıyor.” dedi.
Aylin Yazıcıoğlu ise şunları aktardı: “Kadın aslında hep mutfağın gizli kahramanı ama önde değil. Bizim evlerimizde de öyle değildir ya da ülke gelince de aynıdır aslında değil mi? Mutfağın sahibi babalar değildir. Halbuki ben şöyle düşünürüm: Annelerin duygularla, yaşanmışlıklarla, kültürlerle daha güçlü bağları vardır. Dolayısıyla bunu yemeğe çok daha iyi yansıtılabilirler, geleneksel mutfağı daha iyi yansıtabileceklerini düşünüyorum.”
Sırma Güven ise filmle ilgili görüşlerini aktardı. Güven sözlerine şu şekilde devam etti: “1988-1990 yılları arasındaki özel aşçı yani, ev yemeği mutfağı açmasıyla ve bir aşçı arayışıyla başlayan bir filmdi. İşe alınan Daniel’in hayatından öncesinde kitabı yazılmış arkasından filmi çekilmiş. Ev yemeği ile ilgili sarayda ayrı bir mutfak yaratmış ama bir gazetedeki makale sonrasında ortaya çıkıyor, düzenin değiştiği ve devamında bunu nasıl kitap, film yaparız diye devamlı bir çalışmaya imza atıyorlar. Filmdeki şefi canlandıran oyuncunun da 20 yıllık bir sinema kariyeri var.”
Gökhan Sözmen’in moderatörlüğünde düzenlenen “Denizlerden Sofralara” etkinliğinde konuşan Şef Osman Serdanoğlu, “Benim için önemli olan yaptığım işin sürdürülebilir olması. Nesli tükenmekte olan bir ürünü sadece değerli diye menüye koymak yerine, değişen ekosisteme uyum sağlamak gerekiyor. Küresel ısınmayla birlikte balık popülasyonu değişiyor, istilacı türler artıyor. Biz şefler bu yeni türleri mutfağa adapte etmeyi öğrenmeliyiz. Aslan balığı gibi türleri tanıtmak, halkın damak tadını bu yöne evirmek gerekiyor. Gelecekte belki çupra bulunamayacak, onun yerine bu balıkları tüketeceğiz. Önemli olan, doğal malzemeleri doğru teknikle işleyebilmek. Yemek, bir restoran deneyiminin sadece yüzde yirmi, belki kırkıdır. Asıl mesele tasarımdır. Misafir restorana girdiğinde ilk karşılaştığı masa örtüsü, tabak, ambiyans ve garsonların duruşudur. Deneyim, detaylı düşünülmüş bir tasarımla başlar. Ben sadece bir tabak yemek değil, tüm resmi tasarlıyorum.” dedi.
“Mekanın Peşinde: Bölgesel Anlatılar” etkinliğinde konuşan YönetmenValentin Marcus Andersen, “Danimarka’da film mühendisliğinin ekolojik ve sosyal sürdürülebilme konusunda önemli adımlar atıldığını görüyoruz. Danimarka’da ekolojik ve sosyal geri dönüşüme önem veriyoruz. Bu ekolojik geri dönüşümsel faktörler bizim filmimizde de öngördüğümüz şeylerdi. Filmimizin yapımı uzun süre uzun saatler sürdüğü için ekolojik geri dönüşümlere çok dikkat ediyoruz.” dedi.
Festival kapsamında düzenlenen söyleşi etkinliklerinde Yönetmen Pere Albero ise kültürler arası etkileşime vurgu yaptı. Herkesin farklı kültürel geçmişe dayandığına da vurgu yapan Albero, aslında hiç kimsenin net olarak bir yere ait olmadığını vurguladı.
Ercan Kesal: “Paylaşmak Bir Nezaket Değil, Bir Yaşam Kültürü”
Yeryüzü Sofraları” etkinliği ise Ahmet Güzelyağdöken’in moderatörlüğünde Ercan Kesal’ın katılımıyla gerçekleştirildi. Etkinlikte konuşan Kesal, “Yeditepe’de doktora yaparken bana sorulan soru “Dünyanın bugün ve gelecekte karşı karşıya olduğu en büyük meselelerden biri nedir” idi. Ben de yanıt veremedim. Bu durum da buraya çok uyuyor. Sadece ekmeğimizi, suyumuzu değil; bilgimizi, duygularımızı, sevgimizi de paylaşamıyoruz. Herkesin kendi küçük dünyasına çekildiği, başkasının varlığını yok saydığı bir çağdayız. Oysa yeryüzü, bizden öncekilerin bize bıraktığı büyük bir sofra. O sofrayı dağıtmamak, zenginleştirmek, sürdürülebilir kılmak hepimizin sorumluluğu. Benim için paylaşmanın anlamı, sadece elindekini vermek değil; senden sonra geleni düşünmek, ona da yer bırakmak.” dedi.
Konuşmasına devam eden Kesal ayrıca şunları söyledi: “Ben hep söylerim: bir insan, sevdiği, sahiplendiği, değer verdiği bir şeyi, bir başkası için de aynı tutkuyla isteyebiliyorsa, işte o zaman gerçekten insan olmuştur. Bu artık nadir görülen bir erdem. Bugün bir sofrada yediğimiz son lüferi paylaşmak yerine sahipleniyoruz. Oysa mesele bu değil. Mesele o sofraya bizden sonra oturacak olanı da düşünmek. Annemden öğrendiğim en değerli şey buydu. Sofrada hep birini düşünürdü. ‘Yavrum, onu bitirme, bırak dayısı yesin’ derdi. Paylaşmanın bir nezaket değil, bir yaşam kültürü olduğunu ondan öğrendim. Bugün, pandemi gibi insanlığı sarsan olaylar bile bizi bu anlamda terbiye edemedi. Hala benciliz, hala sadece kendimizi düşünüyoruz. Oysa bu gezegen, bu coğrafya, bu topraklar bizden öncekilerin emeğiyle şekillenmiş bir sofra. Bize düşen, onu yıkmak değil, genişletmek. Sofrayı kalıcı kılmak. Herkesin yeri olsun diye çaba göstermek.”
Gastro Sınıf Etkinlikleri İkinci Günde de Devam Etti
Gastro Sınıf etkinlikleri kapsamında Şef Daniel Olivella’nın katılımıyla “Akdeniz’den Kültür ve Lezzet: Katalan Mutfağı” etkinliği düzenlendi. Şef Daniel Olivella, kendisinin geçmişinden bahsederek sözlerine başladı. Olivella, geçmişten bugüne kadar mutfakta büyüdüğünü bunun da şu anki hayatını etkilediğini söyledi.
Gastro Sınıf etkinlikleri kapsamında düzenlenen seminerde konuşan Şef Aylin Yazıcıoğlu, kadınların mutfakta daha çok olmasına rağmen, her yerde erkek şef görülmesinin sebebinin kadınların o şef olabileceğine inandırılmaması olduğunu aktardı.
Yine Gastro Sınıf etkinlikleri kapsamında düzenlenen seminerde konuşan Şef Ozan Kumbasar ise kendi işletmesini açarken yaşadığı zorlukları katılımcılarla paylaştı. Kumbasar ayrıca şu anki konuma gelebilmek için geçmişte çok fazla emek harcadığını, yurt içi ve yurt dışında konuyla ilgili büyük araştırmalar yaptığını aktardı.
Sine Sınıf etkinlikleri kapsamında düzenlenen “Yemek ve Filmler Üzerine Psikokültürel Bir Yolculuk” etkinliğinde konuşan Marlow (Murat Karakütük), “Haz ilkesiyle gerçeklik ilkesi arasında gidip gelen insan, içsel arzularını doyuracak öznelleşebileceği nesneleri ararken, sinema karakterleri aracılığıyla bu arzularını anlamlandırıyor, böylece haz ve gerçeklik arasında psikokültürel bir köprü kuruyor. Bir düşünce içerisinde kalmayın o durum sizi kendi içine çeker ve ona inanırsınız. Sinemada yemek asla sadece yemek yemek değil sizi içine çekerek sizi nesnelleştiriyor.” dedi.
Festivalde ayrıca “Tasty Cinema” ile katılımcılar, film izleme deneyimini çoklu duygularla zenginleştiren özgün bir etkinliğe katılma fırsatı buldu. Festivalin ikinci günü Murat Meriç’in sahne performansıyla düzenlenen “Şarkılarla Memleket Sofraları” etkinliğiyle son buldu.