Türkiye’de gençliğimiz her geçen gün popüler kültürün pençesine biraz daha düşüyor.
Artık her sokak köşesinde, her sosyal medya mecrasında aynı yüzleri, aynı sözleri, aynı modayı görüyoruz. Bir zamanlar “kültür emperyalizmi” dediğimiz şey artık sadece akademik bir kavram değil, gündelik hayatın içinde sinsice işleyen bir gerçeklik. Tıpkı fastfood gibi zararlı, ama daha tehlikeli bir besin türü var artık: fastkültür.
Bu yeni kültür biçimi, hızlı tüketim üzerine kurulu. Hızla üretilen, hızla parlayan, hızla unutulan işler… Ne derinlik, ne estetik, ne fikir kalıyor geriye. Üretilen her şey “trend” olma kaygısıyla yapılıyor. Kitaplar, diziler, filmler, hatta tiyatro oyunları bile artık bu çarkın içinde. “Ne satarsa o!” anlayışı, sanatı ve kültürü kuşatmış durumda.
Kimileri “zaten tiyatro, sinema Batı menşelidir” diyerek bu yozlaşmayı normalleştirmeye çalışıyor. Kısmen haklılar belki, ama büyük bir yanılgı içindeler. Çünkü tiyatronun adı Batı’dan gelmiş olabilir, ancak bu topraklarda meddahlar, orta oyunları, Karagöz ile Hacivatlar vardı. Bizim kültürümüz zaten kendi sahnesini, kendi mizahını, kendi eleştirisini yaratmıştı. Kültür dediğimiz şey, yaşayan bir organizmadır; değişir, dönüşür ama kökünü kaybetmez. Önemli olan o özü koruyabilmektir.
Neyse ki hâlâ özünü kaybetmeden üretmeye çalışan sanatçılar var. Kocaeli Kitap Fuarı’nda tanıştığım bir çift bana bunu yeniden hatırlattı: Caner Doğruyol ve eşi Elif Kahraman.
Elif Hanım, “Özel Anne” adını verdiği tek kişilik interaktif komedi oyunuyla Anadolu’nun dört bir yanında sahne alıyor. Kadın olmanın, anne olmanın, insan olmanın derin mizahını seyirciye sunuyor.
Caner Bey ise hem sinema hem edebiyat dünyasında üretken bir isim. “Gül Bakalım” adlı kitabında ince zekâ ve keskin espriyle harmanlanmış bir mizah sunarken, “SIR” adlı sinema filmiyle de düşünmeye, sorgulamaya davet ediyor.
Bu çiftin yaptığı tam anlamıyla kültürel dirençtir. Fastkültürün dayattığı yüzeysellik yerine, anlamlı ve yerli üretimle karşı duruyorlar. Kocaeli gibi bir sanayi kentinden, sanatın başkentlerine uzanan bu çaba; Türkiye’nin hâlâ kendi kültür damarını kaybetmediğinin en güzel göstergesi.
Kültürümüzü yaşatmak, onu yalnızca nostaljik bir hatıra olmaktan çıkarmak hepimizin görevi. Çünkü unutmamak gerekir: Bir milletin asıl bağımsızlığı, kültürel bağımsızlığıdır.
Yakında bu değerli çiftle yaptığımız röportaj gazetemizde yer alacak. O röportajda, sadece iki sanatçının hikâyesini değil, aynı zamanda bu toprakların kültürel direnişini de okuyacaksınız.