Değerli dostlar,
İnsanlık tarihinin en eski tapınağı olarak kabul edilen Göbeklitepe, her yeni buluntu ile birlikte bizi tarihin derinliklerine doğru yeniden düşünmeye zorluyor. Daha birkaç gün önce Kültür ve Turizm Bakanı, Göbeklitepe’de B ile D yapıları arasında, bir oda duvarının içerisine yerleştirilmiş insan heykeli bulunduğunu açıkladı. Bakanın ifadesiyle bu buluntu, Neolitik çağın inanç dünyasına dair çok değerli ipuçları sunuyor.
Ancak burada asıl dikkat çekici nokta, yıllar önce bir iddiada bulunan araştırmacı-yazar Refik Kutluer’in bu buluntuyla birlikte tekrar gündeme gelmiş olmasıdır. Kutluer, 2019’da dünya çapında yayın yapan Ancient Origins dergisinde yazdığı makalesinde Göbeklitepe’nin bir “kurban ritüeli tapınağı” olduğunu öne sürmüştü. Ona göre, avcı-toplayıcılıktan tarım toplumuna geçişin sancılı yıllarında insanlar tanrıların iznini almak zorundaydılar. Yağmurun yağması, güneşin doğması, fırtınaların tarımı yok etmemesi… Bunların hepsi tanrıların keyfine bağlıydı. Ve bu tanrıları memnun etmenin yolu da kurban vermekten geçiyordu.
Şimdi bulunan insan adak heykeli, Kutluer’in bu tezini güçlendiren bir işaret olarak değerlendirilebilir. Şu soruyu sormadan edemiyoruz: Acaba Göbeklitepe, gerçekten de kurban ritüellerinin merkezi miydi? Yoksa tapınaklar sadece sembolik birer buluşma noktası mıydı?
Bu mesele basit bir akademik tartışmadan ibaret değildir. Göbeklitepe’yi nasıl tanımladığımız, insanlık tarihini nasıl okuduğumuzu da belirler. Eğer gerçekten insan kurbanlarının verildiği bir tapınaklar kompleksi ile karşı karşıyaysak, bu durum bize sadece o dönemin inanç sistemini değil; aynı zamanda insanoğlunun medeniyet yolculuğunun nasıl sancılarla örüldüğünü de gösterir. Tarım devrimi, insanın doğayla mücadelesinin başladığı, aynı zamanda tanrılarla pazarlık yapmaya kalkıştığı ilk dönemdir.
Kutluer’in makalesinde altını çizdiği gibi: “Tanrıları kızdırmamak, onları memnun etmek gerekiyordu. Bu uğurda hayvanlar, hatta insanlar kurban ediliyordu.” Bu iddia modern insana ürpertici gelse de, 12 bin yıl öncesinin gerçekliği belki de buydu.
Bugün Göbeklitepe, milyonların ziyaret ettiği bir arkeoloji harikası. Ama her yeni taş, her yeni heykel bize şunu hatırlatıyor: İnsanlık tarihi sadece ilerlemenin, keşfin, uygarlığın tarihi değil; aynı zamanda korkuların, inançların, kanla yazılmış ritüellerin tarihidir. Göbeklitepe’nin bize anlatmaya çalıştığı gerçek de tam olarak budur.
Sorulması gereken bir diğer mesele de şu: Bugün bizler, modern çağın insanları, hangi “tanrıları” memnun etmek için neleri feda ediyoruz? O gün insan kurban edenler vardı, bugün parayı, çıkarı, gücü tanrılaştıranlar… Binlerce yıl geçse de ritüellerin şekli değişiyor, ama özü aynı kalıyor.
Göbeklitepe’deki yeni buluntu, sadece tarihin sırlarını değil, günümüzün karanlık yüzünü de bize yansıtıyor.