Haziran ayında İzmir'de başlayan yangınlar, Temmuz ayında Marmara, Ege ve Akdeniz Bölgelerine yayılarak devam ediyor.
Böyle yayılmaya devam ederse ülkemizde ağaç ve orman adına hiç birşey kalmayacak!
Yanan yerlere fidanlar dikilse bile onların orman haline gelmesi için en az 40-50 yıl geçmesi gerekli.
Yanan(!) denize nazır olan tepelere çoğunlukla villalar ve oteller dikiliyor.
Ağaçlandırılacağı konusunda verilen sözler tutulmuyor. Buna en iyi örnek: Bodrum- Güvercinlik'te denize bakan yamaçta geçtiğimiz yıllarda bir yangın çıkmıştı.Yetkililer, "ağaçlandırılacak" dediler ama yanan yer kadar kahverengi renkli ve gemi şeklinde "Titanic Otel" yapıldı. Bu gibi örnekler daha da çoğaltılabilir.
Yangınların çoğu; anız yakma, insan hatası, sabotaj, aşırı sıcaklar, elektrik hatlarındaki kısa devre gibi nedenlerle çıkıyor, rüzgarın etkisiyle de daha çabuk yayılıyor.
Ege Bölgesinde, İzmir'in ilçelerinde, tarım ve hayvancılığın yaygın olduğu yerlerdeki yangınlarda 50 bin küçükbaş hayvanın etkilendiği belirtiliyor.
(3 Temmuz 2025 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin haberi)
Tarımın, hayvancılığın ve turizmin merkezi olan şehirlerimiz deki yangınların hızla büyümesi, havadan ve karadan yangın söndürme araçlarının yetersiz kalması, ormanların ve içindeki hayvanların çığlığı, bir şeyler yapamamanın verdiği çaresizlik hepimizi kahrediyor.
Yangın bölgelerinde yaşayan insanların binbir zorlukla sahip olduğu evleri, emek verdiği tarlaları, beslediği hayvanları, zümrüt yeşili ormanlar yanıyor ve gelecek hayallerimiz yok oluyor.
Eskiden orman muhafaza memurları vardı. Hatta, Ömer Nevzat Tüfekçi dedem, 1930-40'lı yıllarda Milas, Muğla, Fethiye ve Datça'da ormanı korumak için görev yapmış. Eskiden orman yangını çıkınca ormancılar ve köylüler birlikte yangını söndürürlerdi.
Rahmetl eşim, lise ve öğretmen okulunda okuduğu yılların yaz aylarında ormancı olarak çalıştığını, yangın ekibiyle birlikte pek çok orman yangınını söndürmek çalışmalarına katıldığını söylerdi. Bir keresinde yangını söndürme çalışmaları sırasında yangının ortasında kaldığını, rüzgarın yön değiştirmesiyle yanmaktan kurtulduğunu, cehennem ateşi nedeniyle bir yudum suya hasret kaldığını ve yangın sönünce Selimiye Parkı'nda ağacın gölgesinde oturup masaya buz gibi 20 tane gazoz getirttiğini, birisini içip diğerlerini etrafındakilere dağıttığını söylerdi. Yangınları söndürmek için uğraşırken hayatını kaybeden ormancılarımızı rahmetle anıyorum.
Avrupa ülkeleri, ormanlarını gözü gibi koruyor, yangınlara karşı her türlü önlemi alıyor. Yangına karşı; havadan, karadan ve denizden söndürmek için uçak, helikopter, arazöz, ısıya duyarlı tonlarca su taşıyan tank, (geçen seneki büyük,
Milas- Ören yangınında, 300 dereceye dayanıklı tank, son anda devreye girmişti.) gece görüşlü uçak ve helikopterler hazır bekletiliyor, yangın çıkarsa hemen müdahale ediliyor. Bizde ise Türk Hava Kurumu'nun yangın söndürme uçakları devre dışı bırakılıyor, Rusya'dan ve diğer ülkelerden uçak kiralanıyor. Dışardan kiralanan uçaklar, 2 ton su taşıma kapasiteliymiş. THK uçaklarının ise 1900 litre su taşıdığı için devre dışı bırakıldığını, hangarlarda çürümeye terk edildiğini okumuş ve çok üzülmüştüm.
Şehirlerimizin ve köylerimizin akciğerleri olan ormanlar yanmasın, yemyeşil kalsın ki, ekolojik sistem bozulmasın, ülkemiz toprakları çölleşmesin. Aksi takdirde yeşili ve ormanı fotoğraflarda göreceğiz ve yeşile hasret kalacağız.
Her orman yangınında yüreklerimiz yanıyor...Artık yangınlar ülkemizin kâbusu olmasın...Cennet vatanımızda, cehennemi yaşamayalım.
Çocukluğumuzda oyun amaçlı söylediğimiz:
"- Huu, komşu, oğlun pazardan geldi mi?"
"- Geldi."
"- Ne getirmiş? "
"- İncik, boncuk. "
"- Başka ne getirmiş?"
"- Terlik, pabuç, su getirmiş"
"- Su nerede? "
"- İnek içti! "
"- İnek nerede? "
"- Dağa kaçtı? "
"- Dağ nerede? "
"- Yandı, bitti, kül oldu."
(Bu tekerlemeyi eksik anımsadıysam affola!)
Bu deyişin gerçek olmaması için, ormanlarımızı ve 'ekmek teknemiz' olan zeytinlerimizi yangına ve vahşi madenciliğe karşı koruyalım ki;
Yüreklerimiz yanmasın!